İbrahim Adında bir çocuk.

Soldan 3. İbrahim Sulu


İstanbul Belediyesi'nin, her yıl düzenlediği "Boğazı Yüzerek Geçme Yansı" için 19
Ağustos 1936 Perşembe günü yarışa katılacak sporcular öğleden sonra Bebek'teki Galatasaray deniz kulübünde toplanmaya başlıyorlar. Ünlü Ağustos sıcağının etkisinden korunmak için yüzücüler saat 16:30 'da kulübe yanaşan bir tekne ile Anadoluhisarı'na götürülüyorlar.
İstanbul'da Boğaziçi'nde o haftanın en önemli "toplumsal olayı" olarak kabul edilen Boğazı
Geçme Yarışı'na Gümrük ve İnhisarlar Vekili (Gümrük ve Tekel Bakanı) B. Rânâ Tahran,
Vali ve Belediye Reisi Muhittin Üstündağ da bir başta tekne ile yüzücülerin ardından karşı
kıyıya varıyorlar. Yarış öncesi toplam 120 sporcu boğazı geçmek için organizasyona
başvuruyor. Galatasaray'dan 26, Beykoz'dan 16, Fenerbahçe'den 10, Ortaköy'den 9, Güneş'ten 6, Anadoluhisarı'ndan 1, Vefa'dan 1 yüzücü kayıt yaptırıyor. Ancak yarış günü katılımcı sayısı 88 olarak kayıtlara geçiyor. Karamürsel'den iki yüzücüyle birlikte üç kadın da boğazın serin sularında yarışmak için teknede bulunuyorlar. Anadoluhisarı vapur iskelesinin yanındaki arsada sahile sıralanan yüzücüler saat tam 17.00'de verilen "çıkış" işaretiyle birlikte balıklama
atlıyorlar. Yüzücülerle birlikte kıyıda bulunan motorlu, kürekli, yelkenli ne kadar tekne varsa
hepsi genç kulaçların arkasına takılıp yarışa ayrı bir heyecan katıyorlar.
Yüzücülerin yakınları sandallardan tempo veriyorlar:
-Haydi aslanım çok iyisin, omzunla yüklen, kuvvetli asıl...
Taktikçilerin sesleri denizin üzerini bayram yerine çeviriyorlar. Sadece Bakan Tahran ve
Vali - Belediye Reisi Üstündağ'ın yer aldığı teknede bulunanlar, yansı ağırbaşlı bir
soğukkanlılıkla izliyorlar. Protokol bağırtısız çağırtısız yüzücüleri takip ediyor. Yüksek tempo
ve yarış heyecanı ağır basınca bazı yüzücüler Boğaz'ı yarılamadan nefeslerini tüketiyorlar.
Yarışmacılardan 20'si Boğaz'ın güçlü akıntılarıyla baş edemeyip kendilerini sandallara
atıyorlar. Toplam 68 yüzücü Bebek'teki yarışın bitiş noktasına varıyorlar. 24 Ağustos 1936
tarihli "İspor Postası" adlı dergi heyecanlı yarışı ilk 10 sırada bitirenleri şöyle takdim ediyor:
1. Galatasaray- Orhan 21 dk. 20 sn.
2. Karamürsel- İsmail 21 dk. 47 sn.
3. Beykoz- Bülend
4. Galatasaray- Halil
5. Beykoz-Fuat
6. Beykoz-Mekin
7. Beykoz-îbrahim
8. Beykoz-Vedat
9. Galatasaray-Mahmud
10. Galatasaray- Ali
Görüldüğü üzere ilk 10'a girenlerin 5'ini Beykozlu kulaçlar oluşturuyor. Kadınlar arasında ise
Beykoz'un havasından geçilmiyor. İspor Postası boğazın denizkızlarını ilan ederken şu
sıralamayı veriyor: Müsabakalara iştirak eden kadınlardan da Beykozlu Bayan Klayn l'inci,
yine Beykoz'dan bayan Güzin ise 2'inci gelmişlerdir.
Yarış bittikten sonra Bebek'teki Galatasaray deniz kulübünde yüzücülere çay ikram ediliyor.
İstiklal Marşı'nın okunmasını takiben yarışı başarıyla tamamlayanlara sıralamaya göre
ödülleri veriliyor. Vali Muhittin Üstündağ, Birinciye gümüş kupa, ikinciye altın kol saati,
üçüncüye gümüş kol saati, dördüncü ile onuncu arasında derece yapanlara da madalya
veriyor. Dergi "kadınlardan birinci olan Beykozlu bayan Klayn'a da çok kıymetli bir kol saati"
verildiğini ayrıca belirtiyor.

Oturanlar Soldan 3. İbrahim Sulu

 İbrahim Adında Bir Çocuk
İspor Postası'nm o güne ilişkin haberindeki özel ayrıntı ise Beykozlu bir sporcuya ilişkin...
Dergi yarışın finalini aktarırken "yedinciliği ise Beykoz'dan İbrahim isimli bir çocuk kazandı"
diyor. Haberin sonunda tekrar "küçük kahramana" dönüyor. "Müsabakaya iştirak edenlerin en küçüğü olduğu halde Bebek'te yedinci olarak sudan çıkan 12 yaşındaki İbrahim, perşembe günü en çok alkışlanan yüzücü oldu. Vali Muhittin Üstündağ bu küçük yüzücüyü takdir etmiş ve başını okşamıştır. İbrahim Sulu sonraki yıllarda sadece Beykoz'un değil Türk sporunun da ünlü bir spor adamı oluyor. Ama o Beykozlu olmayan bir Beykozlu!
Bu tanımlama biraz tuhaf geliyor tabii... İbrahim Sulu 1924 yılında Nezir- Ayşe çiftinin
çocuğu olarak Çamlıca'da dünyaya geliyor. Denizle teması da Moda sahillerinde başlıyor.
1932'de yüzmeye başlıyor. Lisanslı olarak 1937'de ise büyüklerde yüzmeye başladığında ise
13 yaşına henüz giriyor.Beykozlu yüzücülerin kulaç attıkları Denizcilik Şubesi de Moda'da kuruluyor. Kuruluş
hikayesini İbrahim Sulu şöyle anlatıyor: Bu işin başında Fahri Bey var. Fenerbahçe'nin yüzme takımının antrenörü. Bir gün yüzücüleri alıp Fenerbahçe'nin futbol maçına götürüyor. Fakat stadyum yöneticileri kendi kulüplerinin yüzücülerin maça girmelerine izin vermiyor. Fahri Bey bu işe çok bozuluyor. Fahri Ayat o yıllarda (1930'ların ilk yarısı) Cağal-oğlu Ticaret Lisesinde öğretmen... Öte yandan da Modalı gençlerden oluşan sporcularla FB' nin yüzme takımını yönetiyor.
 Beykoz Modadan Denize Açılıyor
Yüzücülerin stadyum kapısından çevrilmesi olayından çok kötü etkilenen Fahri Bey, Okul
Müdürü Sadi Özden'le dertleşiyor. Müdür Özden, arkadaşının Fenerbahçeliler tarafından
çiğnenen onurunu kurtarmak için bir teklifte bulunuyor:
-Boş ver sen Fener'i gel bizim Beykoz'un yüzme kolunu Moda'da kur.
Teklif sahibi yabana atılacak isim değildir: Beykoz'un o tarihteki kulüp Başkam Sadi
Özden'dir! Zaten Fener'e kızgın olan Fahri Bey bu teklif üzerine (Beykoz Spor Kulübü'nün
kayıtlarına göre 16 Ağustos 1933 tarihinde) Fenerbahçe'den tasını tarağını toplayıp Beykoz'a geliyor. Kalbindeki sarı-lacivert renklerden sarıyı bırakıp lacivert olanı söküp atıyor, yerine siyahı yerleştiriyor. Fahri Bey'in Fenerliliği da yabana atılmaz hani... İbrahim Sulu, "biz onu Tunus Valisi'nin oğlu olarak bilirdik" diye anlatıyor:
-Paris'te falan okumuş, Zeki Rıza ile Fenerbahçe'de top koşturmuş güçlü bir futbolcu.
Arkadaşları arasında Yedibela namıyla anılıyor. Ben onun son maçına gitmiştim. Fahri Ayat
komple sporcu... Futbolculuğunun yanı sıra deniz sporlarında da fiyakalı bir isim. Uzun yıllar
yüzme, sutopu ve kule atlama dallarında Türkiye Birinciliğini kimselere bırakmıyor. Yaşı 40'a ulaştığında bile kule atlamada şampiyon olacak kadar genç kalmayı başarıyor. Ayrıca İbrahim Sulu'nun altını çizdiği birkaç özelliği daha var ki, yazmadan geçilemez: Fahri bey çapkın bir adamdı. Ayrıca kumarla da arası iyiydi. Mesela Tunus Valisi babasından kalan konağı kumarda kaybettiği söylenirdi. Ablası Fatma Hanım da kendisine ait beyaz büyük bir konakta
yaşıyordu. Beykoz'un Denizcilik Şubesi Moda'da Modalı gençlerin kulaçları üzerinde
kuruluyor. Şube'nin Başkanı da Moda Plajı'nın sahibi İhsan Aydağ. Yani tesis açısından
talihsizliğin beli doğuştan kırılıyor.
Beykoz Denizcilik Şubesi'nin binası da Kadıköy Mühürdar'ın biraz ilerisinde sahilde direkler
üzerine inşa edilmiş bir ahşap yapı olarak adresleniyor. Moda Plajı o yıllarda yüzme
dünyasının kalbi niteliğinde. Bütün önemli yarışlar Moda Plajı'nda yapılıyor. Tesis deniz
kenarında, denize çakılı kazıklar üzerine kurulan iskelelerden oluşuyor. Dört tarafı iki metre
genişliğinde iskele ile çevriliyor, ortası havuz haline geliyor. Ahşaptan üç sıra da tribünleri
var. Havuzun bir köşesinden tramplen ve atlama kulesi yükseliyor. . Yani komple bir tesis!
Ancak bir kusuru var, kış gelince İstanbul'un güçlü lodosuna dayanamayıp, yıkılıyor. Ertesi
yıl karpuz kabuğu denize düşmeden yeniden eski haline getiriliyor. Anlayacağınız, biraz
zahmetli oluyor bu işler. Ama deniz sevgisi her türlü zorluğun üstesinden gelebiliyor.
Peki koca İstanbul'da başka yüzme tesisi yok muydu?
İbrahim Sulu "vardı" diyor: Sarıyer'de Beyaz Parkta yarışlar yapılırdı. Denizin içinde havuz
oluşturulurdu. Yüzücülerden önce oraya gidilir, denizde dubalar üzerinde duran iki büyük
yüzer iskele yerleştirilirdi. Biz o iskelelerin arasında yarışırdık. Ama antrenmanlar için en iyi
yer olan Moda Plajı Beykozlu yüzücülerin emirlerine amadeydi. Moda Plajı sadece yüzme
dünyasının değil, İstanbul'un Anadolu yakasındaki en sükseli mekan olarak kabul ediliyordu.
Moda sosyetenin de boy gösterdiği bir sahil tesisiydi. İstanbul'un Batı kökenli hemşerileri
İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar Moda Pİajı'nın müdavimleri arasındaydılar.
Plajın Kalamış Koyu'na doğru uzayan bölümünde ise, çevresi tahta perdelerle çevrili
mutaassıp bir tesis daha yer alıyordu: Moda Kadınlar Plajı! Bu feminen mabedin halk
arasındaki ismiyse "Deniz Hamamı" olarak biliniyordu. Müşteri olarak sadece kadınların
girebildiği "Kadınlar Plajı" varlığım 1970'li yılların ilk yarısına kadar sürdürebildi. Eğer biraz
daha dayanabilseydi, feminizmin gelişme yıllarını yakalayacaktı.
Moda Plaj'ına girebilmek parası olanlar için gayet kolaydı. Kapıya gelip bilet fiyatım
ödeyip denize dalınabiliyordu. Ancak plajın ağırlığını oluşturan gençlerin her zaman paraları
olamıyordu. Buradaki "her zaman" -ara sıra- değil, düzenli olarak anlamına geliyordu.
İbrahim Sulu da yüzücü olmadan önce plajın "kaçakları" arasındaydı: Biz dışarıda soyunup
öyle girerdik plaja,.. Bekçi Hüseyin efendi vardı, beni görmezden geliyordu. Çünkü sarışınım,
çok güzel yüzüyorum, herkes beni gösteriyor. Bak şu çocuğa ne güzel suyun üzerinde duruyor
falan diye lafları duyuyorum. Gün içinde plajın sakinleri arasında yarışlar yapılıyor. Bir gün
sarışın güzel yüzen çocuğu da bu yarışa çağırıyorlar. İbrahim Sulu 50 metreyi açık farklı
birinci bitirince, plajın sahibi İhsan Bey onu yanma çağırıyor: Sen artık kapıdan gir!
İbrahim Sulu'nun babası Nezir Bey ile annesi Ayşe Hanım farklı zamanlarda Arnavutluk'tan
göç ederek İstanbul'a gelen ailelerin çocukları. Göç nedenleriyse o yıllardaki Balkanların
savaş arenası haline gelmiş olması. Sulu, Avrupalı tipini onlara borçlu olduğunu düşünüyor.
Avrupalı görünümünü Avrupai derecelerle de bütünleştirebiliyor. 1945'in Ağustos ayında
yüzme milli takımıyla birlikte Atina'ya gidiyor. Şöhreti kendisinden önce Atina'ya geliyor.
-Bir Türk yüzücü varmış 100 metreyi 1 dakikada yüzüyormuş!
İbrahim Sulu Atina'da l.1’lik dereceyle 100 metre şampiyonu oluyor. Bu aynı zamanda o
tarihteki Balkan Rekoru olarak tescil ediliyor. Kendisinin iddiasıysa iki saniye daha iyi olduğu doğrultusunda: Aslında 59 saniyede yüzdüm ama bunun kabulü için üç kronometre
gerekiyordu, o gün sadece tek kronometre olduğu için Avrupa rekorum kabul edilmedi.
Finalde 1.1’lik derecem esas alındı.
Sulu sadece 100 metre değil, 200, 400,1500 metrelerde de l.'liği kimselere bırakmıyor. Tek
başına takım görünümü çiziyor.
Yunanistan 2. Dünya Savaşının ağır sonuçlarını olanca tazeliğiyle yaşıyor. Adı Balkan
Şampiyonası ama sadece iki ülke katılıyor. Konuk Türkiye ve ev sahibi Yunanistan bizim
milli takım yüzme ve sutopu takımlarından oluşuyor. Takımda daha sonra ünlü bir maraton
yarışçısı olacak Nejat Nakkaş da var. Ancak onun en iyi derecesi İbrahim Sulu'nun arkasından
ikinciliği elde etmek. Sulu'nun 2000'li yıllardaki yakışıklılığı baz alınırsa şampiyon yüzücü
olarak Atina'da epeyce genç kızın kalbini kibrit cebine koyup gelmesi gerekmiyor mu?
-Oooo.... Bir tanesinin annesi geldi, lazımla niye ilgilenmiyorsun diye sitem etti.
-Annesini nasıl tanıdınız ki?
-Kız Moda'da benim bir Rum arkadaşımın evinde kalıyordu. Yunanistan'a gidince kız gelip
bizi buldu. Güzel bir evi vardı. Bizim oğlanlara evinde parti verdi. Atina'da hangi kapıyı
çalsan karşına bizim oğlanlar çıkıyor. Sulu'nun "bizim oğlanlar" dediği, İstanbul kökenli Rumgençleri...
 Celal Bayar Torpili
İbrahim Sulu, Ankara'nın siyasi zirvelerinden esen destek rüzgarıyla eğitim-öğretim
hayatında pupa yelken ilerliyor: Başvekil Celal Bayar beni okula yerleştirdi!
Sulu'nun babası vefat ettiğinden akrabalar devreye giriyor. Ülkede "Tek Parti" döneminin
otoriter demokrasisi hakim yukarıdan gelen bir istek aşağılarda anında emir kabul ediliyor.
Zaten bu türden isteklerin aslında "emir" olduğunu hem veren, hem de alan gayet iyi biliyor.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin İstanbul İl Başkanı Agah Sırrı Levent, Başvekil Bayar'dan gelen
istek üzerine İbrahim Sulu'yu sahibi olduğu İstiklal Lisesi'ne kayıt ediyor. Saraçhane'deki
okulda Sulu öğretmenlerini fazlaca yormadan öğrencilik hayatına devam ediyor. Dersleri pek parlak değil ama referansı Başvekil olduğu için mecburen derslere de ilgi gösteriyor. Ama "illallah" dedirten öğretmenler var. Örneğin kimya öğretmeni Reşat Bey, her öğrencisine kimya mühendisi olacakmışçasına bilgi yüklemeden edemiyor. Okul müdürü de
başbakanlıktan torpilli öğrenciyi motive etmek için müthiş çaba harcıyor: Bana bak İbrahim
kimyadan kalırsan seni gebertirim!
Kimya muallimi Reşat Bey'in ciddiyeti ve etrafa saldığı korku alaşımlı otoritesinin izlerini,
yıllar sonra "bir yakını" bütün ülkeyi senelerce kahkahalarla güldürerek silecektir. Babasının
tam tersi yolda ilerleyen yetenekli genç adam, Reşat Hoca'nın bütün kimya formüllerinden
arınmış, dolu dizgin sanatçı oğlu "Zeki Alasya" adını tiyatro, sinema ve televizyon dünyasına altın harflerle yazdıracaktır.
İbrahim Sulu ileriki yıllarda Zeki Alasya'nın oyunlarını, filmlerini her izlediğinde aklına
daima iyi notlar aldığı kimya öğretmeni Reşat Alasya'yı sevgiyle anarak okul yıllarım yad
ediyor.
Lise bitince ver elini Ankara...
Hangi okul?
Yıldız bir sporcu hangi okula gidebilir ki, Gazi Terbiye Enstitüsü'nden başka?
Okulda bir Beykozlu daha var. Yıllar sonra Beykoz'un yetiştirdiği en ünlü beden eğitimi
öğretmeni olacak Şahin Köktürk, İbrahim Sulu'dan iki sınıf önde hayata doğru koşuyor.
Sulu'yu giriş imtihanı için fazlaca yormuyorlar. Rekortmen yüzücünün beden eğitimi
öğretmeni olmak için aşamayacağı engel olabilir mi? Ama yine de bir iki küçük test
yaptırıyorlar. Kasa atlama, ip merdiven tırmanması gibi... Yapıyor yapmasına ama yüzmeye
alıştırılmış uzun adaleler, sert yer hareketlerinden sonra biraz zorlanıyor:Her tarafım tutuldu!
İbrahim Sulu elbette Gazi Terbiye Enstitüsü'ne giriyor. Girdiği gibi de başarıyla bitiriyor. O
yollarda fazlaca yetişmiş eleman olmadığından, beden eğitimi öğretmeni de kapışılıyor.
Sulu'nun önünde bu sefer sağlam bir kapı açılıyor: Spor hocası olarak Deniz Harp Okulu'na
girdim.
İbrahim Sulu Deniz Kuvvetleri'ne Üsteğmen rütbesiyle dahil oluyor. Ancak askerlikten çok
sporculuk yapıyor. 40 yaşma kadar yüzüyor. Hatta 41 yaşındayken Binbaşı rütbesiyle Türkiye
3.'sü bile oluyor.
Basketboldan de kopmuyor: 17 yıl Ordu Basketbol Takımı'nın antrenörlüğünü yaptım.
Deniz Harp Okulu Basketbol takımım İstanbul 1. Küme Şampiyonluğuna kadar
tırmandırıyor. 1971'de Albay rütbesine terfi ediyor. Aynı yıl da emekli oluyor.
İbrahim Sulu'yu 2006 yılında Boğaz'da buldum. İstanbul Yüzme İhtisas Kulübünün
Ortaköy'deki tesislerinde her gün düzenli yüzüyordu.
Hem de tek seferde 2000 metre...
1936'nın İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ'ın başını okşadığı sarışın çocuk 70 yıl sonra
aynı coşkuyla kulaç atmaya devam ediyordu.

Share on Google Plus

About Semt Aşığı

This is a short description in the author block about the author. You edit it by entering text in the "Biographical Info" field in the user admin panel.
    Blogger Comment
    Facebook Comment

0 yorum:

Yorum Gönder